Sene 2003. Kafamda hep bir tekne hayali var. Bu arada sevgili Can Aksoy, Kaan Erdem ve Tufan Yetginer yelken kursu açıyor ve beni davet ediyorlar. Kursun 3 öğrencisi var, denize çıkılacağı gün diğeri gelmiyor Hüsne ve ben kalıyoruz. Gidiyorum gitmesine de ilk ders tam fiyasko. Yok halat çek, yok güngörmez yakası, yok orsa seyri derken bir sürü abuk subuk teknik terim ve daralıyorum.
Yemişim yelkenini ben motor boat alacağım deyip kurst an kaytarmaya çalışıyorum. Zorla ikna edilip kursun ikinci bölümüne de kalıp bir daha gelirsem ne olayım diyorum içimden. Sonra zorla söz alınıyor benden. Yarın denize çıkacağız gel diye.
Sanırım 26 Temmuz 2003 Cumartesi. İstemeye istemeye sabah saat 9:30 da teknede oluyorum. Her yer o zamanlar ip dediğim aslında halat olan nesnelerle dolu, ‘aman bitsede gitsek’ derken 10:00 da avara oluyoruz. 10:05 te motoru kapayıp tüm gün adaları gezip İstanbul’u denizden izliyoruz ve ben feci keyif alıyorum. Gerçi ara sıra dümenden kaytarıyorum ama kursiyer arkadaşım Hüsne benim gibi kaytarıkçı değil, ciddi ve tüm ciddiyeti ile görevi devarlıyor. Gerçi hala dümen tutmayı pek haz etmem o ayrı. Şansıma ilk gün için 3-4 bofor keyifli ve oturmuş bir poyraz var. Saat 17:55 de motor basıp marinaya girdiğimizde bir hesap ediyorumki 7 saat 55 dakika motorsuz Allah’ın verdiği rüzgar denen nimetle sadece 10 dakika o da marinaya bağlanmak için motor basarak tüm günü mazot harcamadan geçirmişik. Hayatımda beleşe hiç alışık olmadığımdan bu fikir çok hoşuma gidiyor ve o gün tekneden inerken “benim de bir yelkenlim olmalı” diyorum.
Başlıyorum tekne aramaya. Ali San’ın Uçarı’sına kafayı takıyorum Güzelce rallisi dönüşü ama param yetmiyor almaya.
Neredeyse tüm günüm tekneborsasi.com da geçiyor ve sonunda yelkeni olmasada denize çıkarır beni diyerekten 6.60 balıkçı buluyorum bir tane. Bir daha direksiz tekne almam niyetiyle ‘No More’ adını verdiğim bu tekneyi düzeltmeğe girişiyoruz. içinde tek silindir 9.9 Volvo Penta 2000 serisi makinası var. Tekne bakımsız durumda ama bir girişiyoruz nefis yapıyoruz. Elektrik tesisatına kadar komple elden geçirip arkaya platform, balık bulucu gibi bir sürü şey ekliyoruz. Hayatımda epoxi ile ilk tanışmam o dönemlere denk geliyor. Teknenin ilk halini bilenler iş bittiğinde tekneyi tanıyamıyorlar. Üç beş bişeyler daha harcadıktan sonra kafama esiyor Nasreddin Hoca misali ‘ya tutarsa’ deyip tekneborsası’na ilan veriyorum. 2 gün sonra bir telefon. Abiler tekneyi görmeye geliyor ve hayran oluyorlar. Minicik bir pazarlıktan sonra yeni sahiplerine gidiyor No More.
Şimdi cebimde az çok param var, Uçarı’yı da takmışım kafama; düşüyorum Ali San’ın peşine. Arıyorum Ali ağabeyi ‘Ayvalıktayız Mehmet Atay’ın Sarıyaz’ı İstanbul’a getiriyoruz haftaya konuşalım Hakan’ diyor. Geberecem sabırsızlıktan. Ali abi “git bak tekneye, Vefik abi de (Ulus) anahtarı”diyor. Vefik ağabeynin peşine düşüyorum bu defa. Uçarı’yı açıyor ben kendimden geçiyorum. Günde iki veya bir çok defa defa Ali abiyi arıyorum. Onun deyimiyle sıkı markaj yapıyorum ve şükürler olsun Ali abim İstanbul’da. Sıcak bir Temmuz cumartesi günü buluşuyoruz daha tekneye adım atmadan ‘aldım ben bunu abi’ diyorum. Aali abi ‘dur oğlum manyakmısın? Bir de denizde gör kızı’ deyip çözüyor halatları. Yanaştığımızda ‘abi pazartesi hesabında para’ dediğimde Aali abi anahtarları bana doğru fırlatıyor ve ‘tekne senin kafana göre öde, banane, işim var, uğraşamam senle şimdi, çocukları kurstan alacağım’ deyip çekip gidiyor. Kardeşim Nihan’ı arıyorum. Buluşuyoruz ve bir poşete sığabilecek en fazla bira rekorunu kırıp tekneye geliyoruz. Havuzlukta oturup baktığımda Uçarı bana vapur gibi, birkaç biradan sonra 150 metrelik şilep gibi geliyor ve hayatımın sayılı mutlu anlarından biri. Artık direkli bir teknem var benim. Sonrasında Uçarı’yı yakmayı beceremiyoruz o ayrı. Merakmı ettiniz? Eh peki anlatayım. Aklı evvel bir arkadaşım, küçük lpg tüpte dedantör gerekmez dedi bende saf saf ikna oldum. Teknenin ocağına bağladık tüpü. Çakmağı çaktığımdaki alev Vezüv yanardağından farksız olup kolumun tüylerini tütsülenmiş tavuk gibi yaktı, Yanık tüy kokusu da cabası. O hışımla direk dibindeki kovaya abandım ama gelmedi. Çünkü o kovayı bir saat evvel direğe (nedense) sıkı sıkı bağlamıştım. Son saniye hortumu tüpten ayırmayı akıl edip olası bir marina faciasının önüne geçtik. Uçarı bende kaldığı 3 küsür ay yani 120 gün boyunca yaklaşık 100 gün denize çıktık. Yunuslarla, mehtapta ve yakamozda seyir yaptık. Denizler bile bizi takdir etti.
Ev ahalisi daha büyük tekne isteğiyle karşıma geldiklerinde onları kıramadım !!!! Naviga Aralık 2007 sayısında hikayesini okuduğunuz Maşallah’ımızı aldık. Şimdi onu yazmaktansa Maşallah’ın alınış hikayesinin dergi versiyonunu buraya tıklayarak veya blog olarak buraya tıklayarak okuyabilirsiniz. Sonrasında 2006 senesinde 4 metrelik bir sürat teknesi projesi siparişi verdim. Yapmasına yaptık ama anladım ki tekne yapmak ciddi ve zor bir işmiş, bir daha mı “İşim Olmaz!” Herkes kendi mesleğini yapsın ben tekne yapmayayım… Ufak teknenin hikayesi için buraya tıklayın.
Ben kendi tekneme aslında çoooooook geç sahip oldum, 32 yaşımda. Büyük oğlum Ata ise 5 yaşında tanıştı teknemizle. Aslında en şanslımız bizim ufaklık Efe. O tekneli doğdu. Tekneye ilk bindiğinde 4 aylıktı ve ilk reaksiyon olarak dümen simidini ısırmaya çalıştı. Şimdilerde tekneye “baba gemi” diyor